Yanınızda biri yere düşerken, düşünmenize bile fırsat olmadan, gayri ihtiyari, hiçbir bilinç olmadan ve kim olduğuna bakmadan ve bilmeden elinizi, sadece doğal bir refleksle uzatıyorsanız, (ki bunu herkes yapar) ve sokak ortında, metroda öpüşen 2 kişi gördüğünüzde yüzünüzde de bir gülümseme oluşabiliyorsa, (malesef bunu herkes yapamıyor) siz yeterince insansınız demektir. Hayat felsefemizi de sadece ve sedece bu iki insan halinin farkında olarak ve önemseyerek oluşturabilsek, ne öldürmeye yönelik teknolojiye prim veririz (silah sanayi en büyük teknolojik ve ekonomik sanayidir) ne de ahlakımızı dini ve geleneksel referanslara dayandırarak (geleneksel ahlak sapık ve birbirinden korkan ve hatta düşman eden cinsler yaratır) formüle ederiz.
İnsanoğlu temel hayat felsefesini ne kadar doğal refleklerine indirebilir ve bu anlayışını da makro felsefesi haline getirebilrse galiba o kadar “insan” olacak.
İyi, adil, dürüst ve ahlaklı olmak için dini, felsefi referanslara, ya da herhangi bir ideoloije, ve sonu “ist/izm” le biten hiçbir şeye, milli, ırksal ayrılıklara, gayri insani ahlak kurallarına ihtiyacımız yok.
Keşke kafamızdaki tüm ideolojilerden, aidiyetlerden kurtulup minimize edebilsek, doğal iyi insani dürtülerimizi de makro düzeyde temel felsefemizin kaynağı haline getirebilsek, yüzbinlerce yıllık zararlı ve bölücü kültürlerden kurtulabilsek.
Yüzbinlerce yıldır konuşan, yazan çizen, bilim, sanat, felsefe üreten bunları da içselleştirerek, “hayvandan” ayrılan farklı mahluklar olmuşuz. Ama başka insanlarla uğraşmayı, sömürmeyi, ezmeyi hatta savaşmayı hala aşamamışız. Daha kaç bin sene beklemek gerekiyor? Ya da hiç boşuna beklemeyelim mi?
Yere düşen adama insani refleksle el uzatıyoruz. O zaman kaldırınca da “bu benim gibi değilmiş” diye tekme de atmayalım.