Denizin Altından Tren Geçirirsek Uygar Olur Muyuz?

Olay aslında basittir.

“Uygar” kelimesinin Türk Dil Kurumu’na göre manası şudur.

Fikir, sanat ve endüstri alanlarında çok büyük bir gelişme göstermiş olan, medeni.

Bir kısım insan şu andaki politik gücün bizi medeniyette geriye götürdüğünü düşünüyor bir kısım düşünmüyor. Bu çok açık, birçok kesimin söylemleri ortada.

Bazılarımız, eskiye göre teknolojik yeniliklere ulaşmaya başlamış olsak da, bunların yanında demokrasinin, yaşam tarzının, beğenseniz de beğenmeseniz de batıya yakın bir medeniyetin kaybedilmesi uğruna bunları alkışlayamıyor.

Dünya zaten teknolojik olarak çok ilerledi. Hızlı trenler her ülkede yaygınlaşıyor. Esas marifet bunları başkalarına yaptırmak değil bunların teknolojisini bizim geliştirebilmiş olmamız olurdu.

Marmaray’la çok övündük, dağı taşı inlettik, kullanıyorum, çok da faydalı olduğunu düşünüyorum.

Ama el insaf İngilterede ilk su altı tüneli 150 sene evvel yapılmış. İlk metro istasyonu gene 150 senelik ve hala çalılşıyor. Biz hala kendi teknolojimizi yaratacak medeniyet/uygarlık seviyesine ulaşamamışız ve bunlardan herhangi birini de dünyaya satamamışız. Amerikalılar 30 sene evvel ayda yürüdükleri zaman bu kadar yaygara koparmamışlardı.

Yurt dışında inşaat projeleri yapmak yetmez. Kaç tane dünya çapında mimarımız var ona bakılır. En büyük değil en küçük adliye sarayıyla övünülür.

Japonların boğazımıza sualtı tüneli yapmasına sevinelim ama niye biz niye hala kendi bilimimizle bunu yapıp başkalarına satamıyoruz diye de üzülelim.

Kendi yapmadığımız, parasını da yap-işlet -devret veya benzeri şeylerle karşıladığımız bu projelerle övünürken bari adamların 30 sene evvel ayda yürüdükleri zamankindan daha fazla yaygara koparmayalım.

Bugün Mars’ta arabalar yürüyor, 37 sene evvel uzaya gönderilen Voyager 1 artık güneş sisteminden çıktı va hala çalışıyor, bilgi göndermeye devam ediyor ve üstelik 2025 e kadar da çalışacağı söyleniyor.

Bir ülkenin medeniyeti ve ne kadar uygar olduğu, yarattığı bilim, mucitleri, düşünürleri, sanatçıları ve onların ürettiklerinin hem kendi toplumları hem de başkaları tarafından ne kadar özümsendiği, kullanıldığı ile ölçülür. Bireylerinin ne kadar özgür, hak sahibi, demokrat olabildiği de başka bir kıstastır.

Amerikalılar Voyager’ı yaptılar ama bana göre hala çok da medeni bir ülke sayılmazlar. Yani tek başına teknolojide çok ilerlediler ama, bazı Avrupa ülkeleri onların sosyal güvenlik, demokrasi, eğitim, toplum sağlığı v.b. alanlarda hala çok geri olduğunu düşünüyor ve hatta alay konusu yapıyorlar.

Bir çocuğu 18 yaşına kadar büyüttüğünüz için övünemezsiniz. Aç susuz bırakıp öldürmezseniz zaten büyür. Bitkiler de öyle. Ama 18 yaşında çağdaş, uygar, ahlaklı, başkalarının haklarına saygılı (tabii bunların tarifi kişiden kişiye değişir) bir çocuk yetiştirebilmişseniz övünebilirsiniz.

Teknolojik ürünlere sahip olmak teknolojiye, teknoloji alt yapısına, kültürüne sahip olmak değildir.

Özal olmasaydı bugün cep telefonlarımız olmayacak mıydı?

Ben 1985 yılında evlendiğimde annemin ben ilkokulda iken yazdırdığı telefon evimize 20 sene sonra gelebildiğinde çok sevinmiştik. O dönemlerde yurt dışıyla telefonda konuşmak için hem saatlerce sıra bekleyip hem de bir servet harcayabiliyordunuz.

Bugün hepimizin cebinde, aldığımız anda bütün dünyaya bağlanabileceğimiz, ve daha bir sürü şey yapabileceğimiz telefonlar var.

Ama hala telefonda konuşmayı bilmiyoruz, çünkü o iş telefona sahip olmakla olmuyor. Konuşmayı bilme kültürüne, görgülü olmaya bakıyor.

Geçen akşam TV de bir hatip “Hocam evde biblolar var, dinen uygun mudur?” diye sorunca “değildir dinimizce onlar da heykele girer yasaktır.” dedi. Bu kafa egemen oldukça ne bilim, ne sanat, ne felsefe ne müziğimiz gelişir.

Evindeki bibloyu günah sanan bir toplumda hızlı tren olması fazlasıyla ironiktir. Hatta daha İstanbul’dan Bursa’ya, İzmire normal trenle gidemezken hızlı tren olması da başka bir tarihi çarpıklıktır.

Dolayısı ile paramız varsa başkalarına yaptırdığımız, yoksa yap-işlet formülüyle gene başkalarına yaptırdığımız şeylerle övünür dururuz.

Unutmayalım 1900 lerin başında Osmanlı’da sanayi çaput ve kundura imalatından öteye geçmemişken sanayi devriminin üzerinden 250 sene geçmişti.

Osmanlı ile ilgili, tarih kitaplarımızdan ne öğrendik? Şurada burada savaştık, fethettik, yendik, yenildiysek de haksızlık yaptılar, hainler vardı. Başka? Sanayiden, ticaretten, bankalarımızdan, fabrikalarımızdan, buhar makinamızdan tiyatromuzdan, müziğimizden bahseden oldu mu? Evet şiir falan vardı ama ancak yazanın yakınındakiler biliyordu çünkü matbaa yasak olduğu için kimseye ulaşmıyordu.

İlk Türk/Osmanlı romanı da 1850 lerde, Shakespeare Rome ve Juliet’i yazdıktan 250 sene sonra yazılmıştı.

İşte bu farklar yüzünden, bazılarımız bu medeniyet uçurumu daha da büyüyecek diye kaygılanıyor onun için de bunları umursamayanlar kadar çoşamıyor.

Bu coğrafyanın kafası ne zaman değişecek, uygar eğitime, sanata, pozitif bilimlere ne zaman değer verip kutsallarını kendi bireysel özgürlüğü içinde yaşamaya başlayacak, bakalarıyla kavga hatta öldürme bahanesi yapmayacak işte o zaman bu medeni denen dünya ile aramızdaki 150-200 senelik fark o zaman kapanmaya başlayacak.

O da bugün başlarsak. Yani daha zor.