Monthly Archives: February 2014

ÖLÜMÜN EN TUHAF TARAFI

Bu sabah çok sevdiğim, beni de gerçek çocuklarından biri gibi sevmiş, her anlamda hep arkamda olmuş kayınvalidemi kaybettik. 84 yaşındaydı ama denizde yakın zamana kadar, benden çok daha uzaklara yüzebiliyordu.

Babamı 81, annemi de 83 yaşında kaybettim. Bu yaşlar hepimize “Eh uzun yaşamış, normal” dedirten yaşlar.

Ama bana tuhaf gelen birşey var.

Bir insan 84 yıl yaşadığında, 5 yaşında evcilik, ilkokulda top oynadığı, birlikte liseye gittiği, evlendiği, boşandığı insanlarla, bir kere bindiği taksinin şöförü ile, gelini, damadı, torunu, evinin önündeki simitçi, marketteki kasiyer, hergün gazetesini aldığı büfe sahibi ile onbinlerce irili ufaklı ilişki kuruyor, o onlarda, onlar da onda izler, hatıralar, resimler, duygular bırakıyor.

84 senede kurulan ilişkiler, onların yarattığı duygular, hatıralardaki resimler, yaptığı yemeğin hatırımızda bıraktığı lezzet, onu ilk öpenin hatıraları hep bir yerlerde, belki binlerce kişinin beyninde duruyor.

Ve bir anda, bir bilgisayarın hardiski çökmüş ya da formatlanmış gibi bunları yaratan beyin/kalp duruyor. Gönderilmiş emailler, resimler, facebookdaki paylaşımlar gibi sadece başkalarında kalıyor.

Bir ömür boyu an be an kurduğun, dantel gibi işlenen milyarlarca hayat anı, ilişkiler, yarattığın etki basit bir harddisk arızası gibi nasıl oluyor da bir anda, kolayca duruveriyor?

Hayat ve ölümü manalandırmak filozofların işi. Ama nafile, şimdiye kadar bi bok anlayan da anlatabilen de çıkmamış.

Beynimde hergün babamın “dün akşam yeni birşeyler yaptın mı?” diye merakla sorduğunu, annemin “dolma yaptım, uğrayıp ye de öyle git” dediğini duyuyorum. Yarından itibaren de kayınvalidemin “bak bir ihtiyacın varsa söyle, ben arkandayım” dediğini duyacağım.

Muhtemelen 100 sene sonra onlardan birşeyler hatırlayan torunları bile olmayacak.

İşte o zaman gerçekten ölmüş olacaklar.

DÜŞERKEN ELİNİ UZATAN İNSAN NASIL OLUYOR DA KALDIRDIĞI ADAMA TEKME ATIYOR?

Yanınızda biri yere düşerken, düşünmenize bile fırsat olmadan, gayri ihtiyari, hiçbir bilinç olmadan ve kim olduğuna bakmadan ve bilmeden elinizi, sadece doğal bir refleksle uzatıyorsanız, (ki bunu herkes yapar) ve sokak ortında, metroda öpüşen 2 kişi gördüğünüzde yüzünüzde de bir gülümseme oluşabiliyorsa, (malesef bunu herkes yapamıyor) siz yeterince insansınız demektir. Hayat felsefemizi de sadece ve sedece bu iki insan halinin farkında olarak ve önemseyerek oluşturabilsek, ne öldürmeye yönelik teknolojiye prim veririz (silah sanayi en büyük teknolojik ve ekonomik sanayidir) ne de ahlakımızı dini ve geleneksel referanslara dayandırarak (geleneksel ahlak sapık ve birbirinden korkan ve hatta düşman eden cinsler yaratır) formüle ederiz.

İnsanoğlu temel hayat felsefesini ne kadar doğal refleklerine indirebilir ve bu anlayışını da makro felsefesi haline getirebilrse galiba o kadar “insan” olacak.

İyi, adil, dürüst ve ahlaklı olmak için dini, felsefi referanslara, ya da herhangi bir ideoloije, ve sonu “ist/izm” le biten hiçbir şeye, milli, ırksal ayrılıklara, gayri insani ahlak kurallarına ihtiyacımız yok.

Keşke kafamızdaki tüm ideolojilerden, aidiyetlerden kurtulup minimize edebilsek, doğal iyi insani dürtülerimizi de makro düzeyde temel felsefemizin kaynağı haline getirebilsek, yüzbinlerce yıllık zararlı ve bölücü kültürlerden kurtulabilsek.

Yüzbinlerce yıldır konuşan, yazan çizen, bilim, sanat, felsefe üreten bunları da içselleştirerek, “hayvandan” ayrılan farklı mahluklar olmuşuz. Ama başka insanlarla uğraşmayı, sömürmeyi, ezmeyi hatta savaşmayı hala aşamamışız. Daha kaç bin sene beklemek gerekiyor? Ya da hiç boşuna beklemeyelim mi?

Yere düşen adama insani refleksle el uzatıyoruz. O zaman kaldırınca da “bu benim gibi değilmiş” diye tekme de atmayalım.